Kayseri News

Kayseri ve Türkiye Haberleri

NE YAZICIOĞLU NE DE TÜRKEŞ EVET DERDİ

Referandumda “Evet” mitingleri düzenleyen ve tıpkı AKP gibi meydanlara inen BBP’ye, merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile aynı çatı altında siyaset yapan isimlerden tepki gelmeye devam ediyor.

BBP’nin uzun bir dönem Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren Edip Özbaş, referandum kararını açıklarken, eski partisinin “yeni” yönetimi ile ilgili de çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
İKİ KRİTİK MADDENİN UCU AÇIK…
Referandum kararının “Hayır” olduğunu söyleyen Özbaş, bir hukukçu olarak çekincelerini ve pakete ilişkin düşüncelerini şöyle anlattı:
“Öncelikle bu Anayasa paketindeki iki madde, gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerekse HSYK’nın yapılanmasını yeniden düzenlemeyi amaçlıyor. Bunun, önümüzdeki günler açısından ve elbette demokrasimiz açısından sakıncalı buluyorum. Bu iki maddenin, ‘ucu açık’ düzenlemeler olduğunu düşünüyorum.
Bana göre, Türkiye’de keyfi idareye sebebiyet veren bir durum. İki maddenin yanı sıra, bu değişiklik paketinde olumlu maddeler de var. Ancak onların olumlu tarafından ziyade, beni endişelendiren asıl durum yargıyı düzenlemeyi hedefleyen bu iki kritik madde.”
NE YAZICIOĞLU NE DE TÜRKEŞ EVET DERDİ
BBP’de Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte beş yıl teşkilat başkanı olarak görev yapan ve 2007 yılında partiyle yollarını ayıran Edip Özbaş, Büyük Birlik Partisi’nin bugün sürdürdüğü referandum kampanyasını eleştirirken, “Ne Yazıcıoğlu ne de Alparslan Türkeş, bu referandumda ‘Evet’ demezdi” diye konuştu.
Siyasi söylemlerinin pek çok noktada Muhsin Yazıcıoğlu ile paralel olduğunu ve Yazıcıoğlu’nun “net” kırmızı çizgileri bulunduğunu hatırlatan Özbaş, şunları söyledi:
“1999-2002 yılları arasında MHP’nin milletvekiliyken, koalisyon hükümetinin yapmış olduğu bir takım icraat ve işlere yönelik kaygı ve endişelerimi dile getirmiştim. Dolayısıyla o günkü hükümetin bazı icraatlarına karşı çıkarak, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli ile de ters düşmüş ve MHP’den ayrılmıştım. MHP’den hangi sebeplerle ayrıldıysam, BBP’den de aynı sebeplerle ayrıldım. BBP, sonuç itibariyle bizim eski arkadaşlarımızın bulunduğu bir çatıydı. Başta rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ve bir sürü sima orada olduğu için BBP’ye gittim.
BBP’de siyaset yaparken de söylemlerim hiçbir şekilde değişmedi. 1999-2002 yılları arasında bazı önemli hususlarda ne ifade ettiysem 2007’ye kadar da aynı söylemlerle siyaseti devam ettirmeye çalıştım. Yazıcıoğlu da söz konusu konularda aşağı yukarı benimle görüş birliğindeydi. Herhangi bir farklılığımız yoktu. Sadece, 2007 yılında bağımsız adaylık konusunda kendisiyle görüş ayrılığına düştük. O sebeple BBP’den ayrıldım. Ama bugün arkadaşlarımızın bir kısmının evet kampanyasına katıldıklarını işitiyorum. Bazıları diyor ki ‘Sayın Yazıcıoğlu ve Alparslan Türkeş hayatta olsaydı evet oyu kullanırdı.’ Bu düşünceye kesinlikle katılmıyorum. Yazıcıoğlu ve Türkeş’in öncelikleri vardı. Önce bayrak, önce millet, milletin birliği, vatanın birliği onların kırmızı çizgileriydi.
Artık yazımız turamız silindi. Kırmızı çizgilerimiz kalmadı. Oysa Evet kararının arkasında ABD, Avrupa Birliği ve Soros olduğunu biliyoruz. Milli hasletleri olan kişi ve siyasi partiler, bu ‘Evet’ kararının arkasında niçin duruyor diye soruyorum kendime…”
12 EYLÜL İLE HESAPLAŞAMAZSINIZ
İktidar partisinin, Türk milliyetçilerini “12 Eylül ile hesaplaşma” söylemiyle kandırmasını da eleştiren Edip Özbaş, “Kesinlikle böyle bir hesaplaşma olmayacak. 30 sene önce vuku bulmuş bir suçun faillerinin bugünkü yasalarımıza göre, yasalarda değişiklik yapılsa dahi, yürürlükteki mevzuata göre yargılanmasının hesaba çekilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyim. Aradan 30 yıl geçmiş. Bugün yasalarımızda en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Siz şimdi 94 yaşındaki bir insanı nasıl hesaba çekeceksiniz?
Bunun yanı sıra, çeşitli hükümetler zamanında af kanunları çıkarılmış. Bu kanunların uygulanmaması mümkün mü? Böyle bir şey anayasanın eşitlik ilkesine aykırı düşer. Bütün bunların irdelemesi yapılmadan, 12 eylülle hesaplaşacağız, referandum 12 Eylül’ün hesaplaşması olacak gibi söylemlerle vatandaşın hassas noktalarından girilip ondan oy beklentisine girilmesini yadırgıyorum” diye konuştu.

Eylül 5, 2010 Posted by | Alpaslan Türkeş, BBP, Edip Özbaş, Muhsin Yazıcıoğlu | Yorum bırakın

Muhsin Yazıcıoğlu sağ olsa!…Lütfü ŞAHSUVAROĞLU

1. Anayasa değişikliği çalışmaları modern bir demokraside ve parlamenter sistemde olması gereken bir biçimde sürdürülmemiştir.
2. Anayasa değişikliği talepleri “EVET” kampanyası için kullanılmıştır. Asıl amaç Anayasa Babayassa değildir. Tıpkı AB uyum sürecinin AB üyeliği olmadığı gibi…
3. Herkes bilmektedir ki, artık Türkiye’de AB satandartları geçerlidir. Hukuk sistemimizin üstüne AB yasalarını koymuşuz ve bunu kabul etmişiz. O yüzden kadın hakları, ihtiyar hakları, hasta hakları, yok bilmem ne hakları aslında Anayasa’nın da üstüne getirdiğimiz AB standartları çerçevesindedir. Bunu evet kampanyasında kullanmak göz boyamadır: doğru.
4. BDP sandığı protesto etmekte ve kendince yine demokratik bir hakkını kullanmaktadır. Eğer sandığa gitmeme oranı % 30’ları bulursa BDP o nüfus üstünde ipotek çalıştırmak isteyecektir. O yüzden bu demokratik hakkı başka bir mahfil, parti veya sivil toplum da kullanmalıydı. Gerçekten de nüfusun ezici çoğunluğunu ilgilendirmeyen evet ve hayır kampanyası karşısında vatandaşın sandığa gitmemesi tercihi de saygıya layıktır ve aslında bu tercih hâlihazırdaki meclis içindeki bütün siyasi partilere bir ders mahiyeti taşıyacaktır. Düşünsenize, referanduma katılım oranı % 60 oluyor ve onun da yarısı ile Anayasa değişikliği kabul ediliyor veya reddediliyor. Ne kadar güzel olur. Hem iktidar, hem muhalefet bundan ders çıkarır. Aynı zamanda da gerçekten 12 Eylül Anayasasından kurtulmak için doğru dürüst bir çalışma süreci başlar ve daha fazla demokrasi talepleri gündemi işgal eder.
5. Karl Popper, asıl problemini unutan toplumlar’dan bahsederken aslında Türkiye’yi işaret etmektedir. Türkiye’nin problemi nedir? Referandum mu, Kürt sorunu mu, gelir dağılımı mı, anarşi mi, terör mü, işsizlik mi, enerji çemberi mi, ithalat ihracat arasındaki makas mı, Dersim mi, Ermeni soykırım mı?… Sayacağınız ve bugüne kadar saydığınız bütün problemler ya bu toplumun asıl problemi değilse?!….
Viyana sonrası Ciğerdelen’de Tuna’ya atılan 2 yaşındaki Zarife’nin ve onunla birlikte katledilen 40 bin Osmanlı’nın hesabını bu toplum hiç sordu mu?
Ve sonrasında bütün Balkanlar katledilirken sadece Osmanlıları değil beraberindeki bütün Yahudileri, Macarları katledenlerden hesap sormak kimsenin aklına geldi mi? 1911-12 Balkan bozgununa kadar bir Türk şehri olan Belgrad’da asırlardır yapılan soykırım sadece insanların katli değil de bir şehrin kimliğinin tamamen yok edilmesi, kültür ve medeniyet izlerinin tamamen sökülüp atılması değil de nedir? Hele hele Balkan savaşları sonrası 7,5 milyon Türk’ün katledilmesi, bir o kadarının göç ettirilmesi ve evladı fatihanın İstanbul sokaklarında dilenciliğe başlaması kimin problemidir? Bin yıldır Allah’ın adını yeryüzüne hâkim kılmak yani gerçek bir adalet bir nizam-ı alem vermek göreviyle kendini taçlandıran milletin asıl problemini unutarak “mankurt”laştırılması ve mankurtların da yine mankurt kavramına sarılarak halkını iki defa mankurtlaştırmaya çalışması tarihin yazdığı en yaman bir çelişki değil mi? Asıl problemini yani ahlakını, yani misyonunu, yani hareket felsefesini unutan toplumun elbette başına diğer tali problemler geldiğinde her birini asıl problemi sanarak düşeceği tuzakları tahayyül edebiliyor musunuz?
6. En acısı da daha cesedinin sıcaklığını o soğuk morgda bile parmaklarımda hissettiğim ve bugün hâlâ “beni kuyudan çıkar” diye rüyalarıma giren aziz başkanım Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak’taki resmi kendisinden izin alınmadan evet kampanyasında kullanılıyor ya…. En çok ona yanarım.
Bir millet ve güya o aziz milletin davasını güdenler bu kadar sığ, bu kadar başıbozuk, bu kadar zekâ özürlü tuzaklara pirim verecek öyle mi?
Şimdi aziz milletime sesleniyorum. Bu ses daha evvel Muhsin Başkan’la otuz küsur yıldır seslendirdiğimiz aklın ürünüdür. Bu ses Ülkü Ocakları’nda 12 Eylül öncesinde hep inanıp güvendiğin bildirilerdeki sestir. Bu ses, 12 Eylül zindanlarında “zalimin karşısında susan dilsiz şeytandır” ilahî emri istikametinde sırat-ı müstakim’den ayrılmayanların ve 12 Eylül sürecinde 12 Eylül’le hesaplaşanların sesidir. Bu seste 12 Eylül anayasasına evet derken aynı zamanda zalime yalakalık yapanların onu kutsayanların hatta onu cennetle müjdeleyenlerin korkularını, vehimlerini, taktiklerini bulamazsın. Bu seste gerçeği bildiği halde onun üstünü örtmeye çalışanların telaşı yoktur.
Şimdi gerçeği, 1970’lerin başından beri adeta ruh ikizi olduğumuz Muhsin Başkan’la referandum karşısında “o olsaydı ne yapardı” gerçeğini açıklıyorum. Bu benim tarihe ve milletime vicdan borcumdur:
1-    Büyük Birlik kavramı ucuz bir kavram değildir. Bin yıllık mazisi vardır. Ucuza satılamaz. Büyük Birlik diyen birinin bölücü olmaya ve milleti evet-hayır kamplarına ayırmaya hakkı yoktur. Muhsin Başkan yaptıklarıyla hiçbir ülkücünün kınadığı/kınayabileceği bir iş yapmamıştır. Rahmetli Türkeş’i neden eleştirdiğini hatırlayın: Çekiç Güç için değil mi? Onun dışında hiçbir ülkücü onun fikriyatına halel getirecek işlere kalkışmadığını iyi bilir. Bugün de onun mirasını sürdürenlerin, emanetini taşıyanların onun bu temel tavrını yabana atmamalıdırlar. Zira o eninde sonunda buluşacağımız büyük birliği hayal etmekteydi.
2-    Evet tercihinde bulunanlara karşı da husumeti olamazdı, hayır tercihinde bulunanlara da… O yüzden evet ve hayır kampanyalarının milleti bölmeye varan hırslarına alet olamazdı ve her iki kampanyayı da eleştirirdi. Ama evet veya hayır oyu verecek vatandaşlarımıza aynı sempati ve empati (meleke-i icad) ile yaklaşırdı. “13 Eylül’de birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız, üç günlük dünyada fırıldak olmaya gerek yoktur” diye de uyarırdı. Daha önce yaptığı gibi…
3-   Onun daha evvel 28 Şubat sürecinde “Türkiye İran olamaz, ama Suriye olmasına da izin vermeyiz” sözü çok önemli bir stratejik düşüncenin ürünüdür ve bugünkü kolay destekle bir alakası yoktur. O ABD emperyalizminin ürünü olan 28 Şubat’a karşı dik duruşun bir ürünü idi. Nasıl ki ben de Çevik Bir’in emriyle mahkemelerde yargılandım. Ama mahkemede Çevik Bir’den de hesap sordum. Şimdiki kampanya sahiplerinin hiçbirisi bizim mücadelemizde gıklarını çıkarmadılar.
4-   Doğru Yol ile Refah Partisi’nin kurduğu hükümete de karşılıksız destek vermesi yine bugün yanlış değerlendirilmektedir. Vefatından yani o elim helikopter kazasından bir hafta evvel bizim evde ikimiz sabahladık. Muhterem Yazıcıoğlu’nun görüşlerini, düşüncelerini, hatta bütün özel bilgilerini benden daha iyi bilebilecek kim var? Partisindekilerden, çok yakın arkadaşlarından çektikleri ile birlikte Başbakanın bir aydır randevu talebine cevap bile vermemesinden tutun daha ne özel bilgiler… Onun yirmili yaşlardaki başkanlığından-başkanlığımızdan beri bütün metinlerinde düşünce birliğimiz var. Ben onun kalemiyim. Bunu bilmeyecek ahmak var mı? Bugün onun adını kullanma cüretinde bulunanlar en azından telefon açıp sorabilirlerdi ki; “yahu sen Muhsin Başkan’ın en yakınıydın, acaba bu kritik dönemeçte ne yapardı, nasıl karar alırdı, ne derdi”… Biz de onlara hakikati söylerdik. Ama yine sonunda evet veya hayır diyeceklerse ona da karışmazdık. Fakat bu inceliği göstermediler ve bir kez daha onun selim ruhunu incittiler.
5-  En son olarak  referandum konusundaki kararını açıklıyorum: Bu karar bin yıllık asıl problemi bilen bir gerçek lider kararı olduğundan bir ezbere dayanmazdı. Baştan meclisteki partileri uyarırdı. “Oturun ve gerçek bir demokratik anayasa için çalışın” derdi. Aynı zamanda sürece katkı için Cumhurbaşkanıyla görüşürdü, sivil toplumu toplardı. Bir anayasa metni üzerinde de âkil olanları, uzmanları çalıştırırdı. Sonra liderleri uyarırdı gerekirse ziyaret ederdi. Referanduma gitmeyin bu zırt pırt, her zaman başvurulacak bir yol değildir derdi. Bir konsensus peşinde olmayı öğütlerdi. Fakat ona rağmen süreç işlerse eğer o zaman da evet ve hayır gibi milleti ortadan ikiye bölen iki kavrama da aynı mesafede olurdu. Evetçilerin hayırcılarla çok derin farkları olmadığından dem vururdu. Ama sandığa gitmeme taktiğini de kullanırdı. BBP olarak biz sandığa gitmiyoruz. Zira bu zorlama referandumun milletimizin asıl problemi ile ilgisi yoktur ve gerçek anayasa taleplerini perdeleme riski vardır. Ayrıca Pakistan kan ağlamaktadır. O kardeşlerimizin Kurtuluş Savaşımızda bize nasıl ellerinden gelenin fazlasını yaptıklarını nasıl unuturuz. Çamurların içinden buğday taneleri toplayan o kardeşlerimiz dururken bizim beş yıldızlı otellerde iftar sofralarında tafra atmamız yakışık almaz. Bu Allah’ın gücüne gider. Ümmetin bir ferdinin bağrı yandığında diğerleri orada olmalı değil mi? Bütün işi gücü bırakıp bakanlar kurulu Pakistan’a gitmelidir. Bu saçma sapan referandum münazarasından da bir an evvel vazgeçilmelidir. Utanmalıyız. Kanada ve Fransa bile bizden çok daha evvel ve önemli miktarda yardım yaptı. bu zilletten kurtulmalıyız.
6-  Yani aziz başkan kendini kullandırmazdı. Kendi edasını tavrını ortaya koyardı. Bin yıllık terkibin peşinde olurdu. İktidarı da muhalefeti de seviyeli biçimde eleştirirdi. Ama ne evet kampanyasına, ne de hayır kampanyasına alet olurdu. O bir süreç olarak gün be gün değerlendirirdi. Evet diyenlere de, hayır diyenlere de kendi saygınlığını koruyarak yaklaşırdı. Ama aynı zamanda sandığı protestoyu da, yahut gidilip hem evetin hem hayır üstüne mühre vurma eğilimlerini de saygıyla karşılardı. Sonunda da Pakistan dramı ortaya çıkınca net tavrını gösterirdi: bırakın bu işleri, fırıldak olmaya gerek yok. Bu can bu tende bir an var, bir an yok, ne diye bu lüzumsuzluklar peşinde koşturuyorsunuz diye uyarırdı. Bırakın bu saçma münazaraları, ne yapabilecekseniz Pakistan’a yapınız derdi. Kendi de çeker giderdi Pakistan’a… Onun şefkatli, tertemiz eli, elimin üstündeki güçlü eli hepimizi hakiki meselemize çekerdi. Ve daha önce –ölümüyle- yaptığı gibi son üç kala bütün seçim zırıltılarını sustururdu. Ya referandum iptal edilirdi, ya da kimse sandığa gitmez Pakistan için elinden geleni yapardı.
Bu sözlerime yalan diyecek biri varsa gelsin.

Eylül 1, 2010 Posted by | 12 Eylül Referandumu, Lütfü ŞAHSUVAROĞLU, Muhsin Yazıcıoğlu | Yorum bırakın

BBP’nin AKP politikalarına verdiği açık destek tabandaki rahatsızlığı büyütüyor

BBP’nin AKP politikalarına verdiği açık destek tabandaki rahatsızlığı büyütürken Yavuz Ağıralioğlu’nun olağanüstü kongre talebi, gözleri Ankara’ya çevirdi. 242 delegenin imzalarını içeren dosyayı kapıda teslim edebildiklerini belirten Ağıralioğlu, “Bu üslup Genel Merkez’e yakışmadı.
Yalçın Topçu verdiği sözü tutsun” dedi.
Haber: Önsel ÜNAL
Büyük Birlik Partisi’nde Merhum eski Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’ndan sonra Genel başkan aday adayları telaffuz edilmeye başladı. BBP’nin 31 Mayıs’ta olağanüstü kongre kararı almasından sonra gözler BBP Genel Başkan Aday Adayları üzerine çevrilirken, ilk adım Nizam-ı Alem ocak başkanları içinde en fazla iz bırakmış, BBP MKYK Üyesi Yavuz Ağıralioğlu’ndan geldi. Ankara siyasal mezunu, birikimli, liyakatli aksiyoner ve iyi bir hatip olarak bilinen ve sevilen Yavuz Ağıralioğlu, BBP’deki adaylık süreci hakkındaki tüm detayları gazetemize değerlendirdi. Ağıralioğlu, “Genel Başkanımızın vefatından sonra kongremiz olağanüstü şartlarda yapıldı. Bir travma sürecini yaşadık” dedi. Yavuz Ağıralioğlu, “Onun için bu kongre bir hüzün kongresiydi. Bir vizyon, siyasi istişare kurultayı değildi. Dolayısıyla Genel Başkanımızın vefatından sonra ülke meselelerini çok yoğun olarak konuşabileceğimiz bir siyasi kurultay yapamadık” diye konuştu. Ağıralioğlu şunları söyledi: “Vakarımıza yakışanı yaptık. Bundan sonra memleketin meselelerine omuz verebilecek bir siyasi vizyon kurultayına olan ihtiyacımızı ifade ettik. Buna genel merkezin kendi kararıyla gitmesi gerektiğini, bir an önce tüm Türkiye sathına yayılmış, memleket için hayırlı işler yapabilecek herkesin görev alabileceği bir siyasi inşa süreci için kurultay talebimizi genel merkezimize ilettik.”
Aday olmayacağını söylemişti
Yalçın Topçu’nun 9 Kasım 2010 tarihinde bir kongre yapılacağını ve kendisinin de asla aday olmayacağını bize ifade ettiğini belirten Yavuz Ağıralioğlu, “ Şubat ayının sonlarına doğru yaptığımız MKYK toplantımızda 9 Kasım tarihinde kongreyi yapmama yönünde bir irade beyan ettiler ve kendilerinin de aday olduğunu söyledi. Bir kere BBP’nin genel başkanlık kürsüsü bir tereddüt kürsüsü değildir. Burası bir haysiyet ve vakar kürsüsüdür…” diye konuştu. Yavuz Ağıralioğlu, şunları söyledi: “Milletin haysiyet davasında tereddüt eden kendi iradesiyle beraber teşkilatın iradesini de zaafiyete uğratır. Bu tür tereddütlerin camiaya hayır getirmeyeceğine inanıyorum. Memleket meselelerini konuşurken kullandıkları dili çok muhtevalı ve makul bulmuyorum. Buna vefat sürecinde kullandıkları dil de dahildir. BBP, fikri istinatları, fikri koordinatları itibarı ile özellikle son bir yılda eğer kendi fikriyatını, kendi ülküsünü millete doğru takdim edebilmiş olsaydı bugün memlekette millet aleyhine olan biteni bozabilecek bir denklemin mimarı olabilirdi. Ama bu maharetler kullanılamadı.”
Yaklaşım siyasi ahlaktan yoksun
Olağanüstü kurultay konusunda BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu ile mutabık kaldıkalarını belirten Yavuz Ağıralioğlu, “Yalçın Bey defaten, ’Muhsin Yazıcıoğlu’nun hatırası için noter mührüne, mahkeme kararlarına itibar etmem. 221 delegenin iradesini gördüğüm zaman kongreye giderim’ifadesini MKYK ve istişare toplantılarında kullandı. Şimdi bunun üzerine Genel Merkezin mukabelesini çok yakışıksız bulduk” diye konuştu.  Ağıralioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir selam, bir gül, bir imza parolasıyla istişareye açtığımız büyük kurultay talebimizi genel merkezimize iletmek için geldik. Genel Merkezde kendisine yakışan nezaketle mukabelede bulunmadı. Akabinde yaptıkları toplantılarda kullandıkları ifadeleri çok rencide edici ve çirkin buldum. Yani kongre talebinde bulunanları Ergenekoncu gibi takdim etmelerini siyasi nezaketle, edeple, ahlakla bağdaşır bir tarafı yoktur. Yakışmamıştır. İmza veren arkadaşlarımız geçen kurultayda Yalçın Topçu’ya oy vermiş arkadaşlar. Dolayısıyla kendilerine oy verilince makul ve makbul diye arkadaşlarını takdim edip kurultay talebi olunca da Ergenekoncu gibi tarif etmek siyasi nezaketle, siyasi adapla, dava arkadaşlığı hukukuyla bağdaşmaz. Genel merkeze böyle bir üslup yakışmadı. Bu süreç içerisinde mahkeme ya da noter kanalıyla camiamızı örselemek istemem. Baştan beri de gayret ettiğim konu budur. Muhsin Başkanın hatırasını, bundan sonra BBP’nin taşıdığı siyasi sorumluluğu noter, mahkeme kapılarında kuvvetlendirmek bana zuldür. Böyle bir vebali genel merkeze bırakırım. Çünkü söz onlarındır.”
Hedefim hükümet
Yavuz Ağıralioğlu, “Muhsin Yazıcıoğlu, 17 yıldır sözünün ve şerefinin arkasında durmuş bir dava adamıdır. Onun dava adamı olduğunu iddia edenler sözlerinin ve imzalarının arkasında dursunlar. Biz şerefle imzalarımızın arkasında duruyoruz. Yalçın Bey de sözünün arkasında dursun. Duracağına inanmak istiyoruz” diye konuştu. Yavuz Ağıralioğlu, şunları kaydetti. “Ben illa ki bir şeyin hedefini önüme alacaksam Yalçın Bey’in nezaret ettiği BBP genel başkanlık makamını almaktan ziyade illa bir şey olacaksa Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden hükümeti almak olsun. Bunu hedefledim. ”
Davaya sadakat
Ağıralioğlu, “Muhsin Yazıcıoğlu ömrünü uğruna adadığı dava için şerefle mücadele etmiş ve şerefle bu dünyaya veda etmiş bir dava, mücadele adamı olarak zihinlerde kalacaktır” dedi. Ağıralioğlu, bununla ilgili şu ifadeleri kullandı: “BBP Hareketi Muhsin Yazıcıoğlu’nun şahsında değil, izzet ve şerefle davaya sadakat esasında yürüyecektir. O muhtevayı vermek zorundadır Büyük Birlik Hareketi. Kürt meselesi başlıklı sürecin ülkeye nifaka dönmesi vesilesinde BBP’nin bu sürecin millet aleyhine dönmemesi hususunda çok keskin bir rol alması lazımdı. Ermeni meselesinde, referandum sürecinde devletin muhtevasını kodlarken kullandıkları dili ben yeterli bulmuyorum. BBP hareketi bu değil. BBP kendi iddialarıyla, kendi fikrini istediği zaman ve zemin diliminde ve kendi şartlarını kendi belirlediği süreçte konuşabilir.”
O ahlakı taşıyacaksın!
Yavuz Ağıralioğlu, “BBP olarak kullandığımız bir sloganımız var. ‘24 saat kesintisiz demokrasi’. Millete kesintisiz demokrasi isteyen bir kürsü, dava arkadaşlarının on dakikalık demokrasi talebine tahammül edemiyorlar” dedi.
İthamlardan kaçınmalı
Ağıralioğlu, “BBP’ye yaşanan bu tür şeyler yakışmıyor. Samimi olmak lazım. 24 saat kesintisiz demokrasi talebiniz varsa kendi içinde o ahlakı taşıyacaksın” diye konuştu. Yavuz Ağıralioğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Son olarak bundan sonra hareketin kongre süreci dahil sağlıklı bir gelecek bulması için genel merkezimizdeki arkadaşlar dahil herkese düşen görev dava arkadaşlığı hukukunu zedeleyecek ithamlardan kaçınmalarıdır. Bu süreç böyle sağlıklı inşa edilebilirse hareketin bütünlüğüne halel getirmeyecek bir siyasi vizyon kurultayı ile taçlanıp millete alternatif oluruz. Bizim sorumluluğumuz ne kadarsa genel merkezin sorumluluğu da o kadardır. Allah herkes için bu gayretleri hayırlı etsin.”
Hükümete payanda olmamak lazım
BBB Genel Başkınlığı için aday olan Yavuz Ağıralioğlu, “Ben, rahmetli Türkeş ile yol arkadaşlığı yapmış bir ülkücü dedenin, iftiraya uğrayıp zindana düşmüş bir ülkücü babanın evladıyım” diye konuştu.
Acılarımız üzerinden siyaset
Anayasa değişikliği referandumuyla ilgili de açıklamalarda bulunan Ağıralioğlu, “Bizim gördüğümüz zulüm üzerinde bugün siyasi pozisyon devşirmek siyasi nezaketsizliktir” dedi. Yavuz Ağıralioğlu, “Bu AKP’nin referandumuna evet anlamına gelmez. 367 milletvekili sayısıyla Anayasayı değiştirme kabiliyetleri olduğu halde değiştiremeyen siyasi irade bugün bizim acılarımız üzerinden siyasi pozisyon devşirmemelidir” diye konuştu. Yavuz Ağıralioğlu sözlerini, “Aldığımız siyasi pozisyonla hükümete payanda olmamak lazım” ifadeleriyle sürdürdü.

Ağustos 12, 2010 Posted by | Alpaslan Türkeş, BBP, Muhsin Yazıcıoğlu, Yalçın Topçu, Yavuz Ağıralioğlu | Yorum bırakın

Yazıcıoğlu olayındaki yanlış bilgilendirmede de Orhan Özdemir’in parmağı varnış

Eski BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu nun vefat ettiği helikopter kazasıyla ilgili kritik bir gelişme yaşandı. İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin hazırladığı rapora göre arama faaliyetlerini aksatan Yazıcıoğlu bulundu beyanatı kurgu.
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin bulunduğuna ilişkin istihbarat notunun sonradan yazıldığı ortaya çıktı. Kaza sonrası ekipler arama ve kurtarma çalışmalarına hazırlanırken BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, düzenlediği basın toplantısında, Kayseri valisiyle telefonda görüştüğünü, Yazıcıoğlu nun hava ambulansıyla Göksun Devlet Hastanesi ne sevk edildiğini, durumunun iyi olduğunu söyledi. Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, helikopterin bulunduğuna ilişkin açıklamayı Kayseri Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen teyit edilmemiş istihbarat raporuna göre yaptığını açıkladı. Dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir ise Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü’nden gelen istihbarat raporuna göre Kayseri Valisi’ne böyle bir bilgi verdiklerini savundu.
        Meclis’te kurulan helikopter kazasını araştıran komisyona İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından hazırlanan rapor ulaştı. Buna göre dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir in açıklamasına dayanak gösterdiği rapor sonradan yazıldı. Özdemir’in, Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü’nde emniyet amiri olan  Dursun Özmen’e sonradan böyle bir istihbarat raporu yazdırttığı öne sürüldü. Dönemin Emniyet Müdürü olan Özdemir, komisyona yaptığı açıklamada helikopter kazasının olduğu gün saat 17.40 sıralarında, Kahramanmaraş Emniyeti’nden ‘helikopter enkazına ulaşıldığı, ölü olmadığı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ayağının kırık olduğu, diğerlerinin yaralı olduğu, Göksun Devlet Hastanesi’ne kaldırıldıklarına ilişkin aldığı sözlü bilgiyi yazılı halde teyit ettirdiğini bildirdi. Özdemir, yazılı bilgiyi komisyon üyelerine de gösterdi.
       Meclis Araştırma Komisyonu, müfettişlerin raporunun gereğini yapma kararı aldı. Dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması istenecek. Özdemir hakkında adli ve idari soruşturma açılmasının talep edilmesi bekleniyor.

Temmuz 4, 2010 Posted by | Dursun Özmen, Göksun Devlet Hastanesi, Muhsin Yazıcıoğlu, Orhan Özdemir, Yalçın Topçu | Yorum bırakın